Ana içeriğe atla

AVARE YAZILAR IV

                    
Farkındayım, kaç zamandır takip ediliyorum. Bunu arkadaşıma da söyledim:”kuruntu yapıyorsun” dedi. Ama ben eminim, biri beni takip ediyor, nedenini bilmiyorum ama ediyor işte. Önceleri bayağı mesafeli bir takipti, ama her gün biraz daha yakınlarımda hissediyorum. Hatta dün ensemde hissettim nefesini. Arkadaşıma inat benim inancım artıyor gün geçtikçe.
Sağ salim evime gidip, yatağıma girdiğimde gözlerimi tavana dikip dakikalarca takipçimle ilgili senaryolar yazıyorum. Bunların çoğu beni öbür tarafa götüren senaryolar. Ama sanmayın ki ben hep karamsarım. Bazen de benimle tanışmak isteyen, benim gibi yalnız ve çekingen biri olduğunu düşünüyorum. Bir gün aniden dönüyor ve takipçimle göz göze geliyoruz, gibi şeyler de düşündüğüm oluyor.
O gün işten hiç istemediğim halde geç çıkmak zorunda kalmıştım, hep o Aysel....nın yüzünden. Neden bu kadar kaprisli birini yönetici yaparlar ki hiç anlamıyorum. Bugün en yorulduğum günlerden biri olmuştu üstelik. Bir de senaryo yazmak la geçirdiğim saatler yüzünden neredeyse ayakta uyuyacaktım.İş yerinden ayrıldığımda hava çoktan kararmıştı. Aslında evim bir kaç blok ötedeydi ama ben takipçimin korkusundan otobüsü beklemeye karar vermiştim. Allah'tan çok gecikmeden geldi ve bindim.
Kartımı basıp boş bir yere kuruldum, otobüs durakta kısa bir süre daha oyalandı, baktım biri daha koşa koşa geldi bindi. Şoför fark etmiş ki yolcuyu beklemiş. Otobüs hareket ettikten biraz sonra, takipçimle aynı havayı teneffüs ettiğimize hükmettim. Nasıl anladığımı sormayın. Anlıyorum işte.Oturduğum yerden göz ucuyla yolcuları süzüyordum. Arka tarafımda kalan yolcuları da görmek için oturduğum yerde pozisyonumu değiştirdim. Tam arkamda, uzun açık kahve saçları olan kirli sakallı gençten birini gördüm, elindeki torbadan hoş renkleri olan şekerleme benzeri bir şeyler atıştırarak dışarıyı seyrediyordu.Benim kendisine baktığımı fark edince gözlerimin içine bakarak torbasını uzattı:” buyurun, lütfen” dedi, Dudağından garip bir gülümse geldi, geçti.Gözlerine çivilenmiş gibiydim, içimdeki ses almamamı söylese de elim iradesiz bir şekilde torbadan bir şekerleme aldı ve ağzıma attı. Bugüne kadar tatmadığım bir lezzetti doğrusu. Şekerlemenin tadı sadece ağzıma değil tüm vücuduma yayılmıştı, sanki bir uçan balon gibiydim. İçim hava doluydu ve gerçekten her yer ayaklarımın altından kayıyordu.
Gencin ayağa kalktığını ve elimi tuttuğunu hatırlıyorum. Elimi çekmek istedim, ama sadece aklımdan geçen bir düşünce olarak kaldı. Bu arada bir şey daha fark etmiştim, biz ( o gençle ben) artık otobüste değildik. Bütün duvarları cam kapaklı dolaplarla dolu bir odaya gelmiştik, bu nasıl mümkün olmuştu ? Anlayamadığım için korkudan titremeye başlamıştım,o genç ise hala elimi tutuyordu. Elim elinde ne kadar süre kaldı bilmiyorum, ama bu süre boyunca çok garip duygular yaşadım durdum. Hayatım ciddi anlamda bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti..Hatta o gencin elimi tuttuğu ana kadar her şeyi hatırladım. O anda dikkatimi çekti, dolapların içi film şeritleriyle doluydu. Sonra...Sonra o genç adam elimi bırakmadan eğilerek kulağıma bir şeyler söyledi.
Daha sonrası ise bir karanlık...Boşluk hissinden doğan bir karanlık. Hani karanlık vardır, siz ışık olduğunda orada bulunan şeyleri görebileceğinizi bilirsiniz. Her ne kadar karanlık sizi rahatsız etse de orada bir şeyler olduğunu bilmenin verdiği bir rahatlık ta vardır, bunu şimdi daha iyi ayırt edebiliyorum, çünkü şu anda hissediyorum ki, yüzlerce ışıkla aydınlatılmış olsa da o karanlık hep olacak. Arkadaşımın sesini duyuyorum sanki:” ne oldu sana?” diyor, “ bu ne hal, bir kaç saat içinde ne kadar solmuşsun böyle?” Arkadaşımın zorlukla seçebildiğim yüzüne bakıyorum, neredeyse yeryüzünden silinecek; varla yok arası. Ellerime bakıyorum, hem soluk hem soğuklar. Giysilerim dikkatimi çekiyor, bahar çiçekleriyle süslü elbisem de solmuş, üzerine giydiğim ceketimin rengini tahmin etmek ise imkansız, saçlarıma gidiyor ellerim gayri ihtiyari. Önüme dökülen bir kaçtutam saçıma şaşkınlıkla bakıyorum, bembeyaz olmuşlar. Gencin kulağıma söylediği son cümleyi hatırlamaya çalışıyorum:” Ne kadar renkli bir geçmişe ve bir o kadar da renkli bir hayata sahipsin fakat sen bunları görmüyorsun. Onları istesen de bir daha asla göremeyeceksin, hepsini senden alıyorum.” “Aman Allah'ım!”
Attığım çığlıktan olacak, otobüs durmuş ve o zaman farkettim ki ben otobüse geri dönmüşüm. Otobüste sadece ben vardım, bir de merak ve şaşkınlıkla yerinden kalkıp yanıma gelen otobüs şoförü. Bir de : “ hanımefendi, iyi misiniz? Yardım edebilir miyim? Diyen nazik sesi. Koca otobüste sadece ben ve şoför kalmışız. “Uyuyakalmışsınız galiba diyor aynı ses, eğer çığlık atmasaydınız sizi farkedemeyecektim” Ben ne diyeceğimi bilemiyorum, sadece ellerime bakıyorum, normal olduklarını görünce hem seviniyorum hem de şaşkınlığım bir kat daha artıyor. Şoför beye iyi olduğumu söyleyerek, teşekkür edip iniyorum otobüsten.

Yoldan geçen ilk taksiyi çevirip adresimi veriyorum. Geldiğim yoldan dönerken, o gencin sözleri kulaklarımda çınlayıp duruyor. Bir yerde taksi şoförü birine yol vermek için duruyor, eğilip bakıyorum. O genç olduğuna yemin edebilirim, dudaklarında ki aynı garip gülümsemeyle gözlerime bakıp geçiyor, ürperiyorum...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aklımıza Kuş Kondu

Renklerin ahengini yitirmiş her kapıda Hüznümüz çiçek açar, sararırdı çehremiz. Bir bakışa ram olup, sürüklenen gövdemiz Mevsimler geçirirdi, bir an kadar zamanda. Heyulalarla süslü, kalbi kırık uykular Kuyu gibi yastıklar, rüyamızı emerdi Rabbin keremi bize; her rüya bir emeldi Örtünce üstümüzü yorgan gibi duygular Sonsuzluk çeşmesinden içmenin acısıyla Sinemizde gün batar, ay solar, dert üşürdü Bilmedik bu sevdayı bu gönle kim düşürdü Aklımıza kuş kondu, sevdanın sancısıyla Umut zehir zemberek, hicranımın yanında Zamanın nabzındayım, korkmuyorum yarından Dönsün dünyanın çarkı, usanmadan durmadan Ben yolcuyum sevgili, sen azıksın yanımda Yıldızların altında buğdaylar kadar sarı Sararan rüyamızı çalardı eşkiyalar Kalırdık çırılçıplak, utanırdı uykular Düşünürdük bu yolun bir de sonu olmalı.

ÇOCUK NEDİR?

                  Tuhaf bir soru oldu, öyle değil mi?       Sanki bilinmez bir şey miş gibi...          İşin aslı ben bu soruyu yazarken "bilinmez bir şey" değil de "yanlış bilinen bir şey" olduğu nu düşündüm. Bir çoğumuz bu sorunun cevabını bildiğini zanneder. Zannetmek diyorum, zira kişinin bildiğini sandığı şeyler dayanaksız olunca başka bir kelimeyle ifade edilemez.        Benim lügatimde çocuk," mucize"dir. Dünyanın hala dönmesine sebeptir, çünkü her doğan "mucize" bir umuttur. Umut, yaşamın kaynağıdır. Yaşam kaynağının yok olduğunu, ya da yanlış tüketildiğini bir varsayın... Ben, çocuk dediğimiz bu yaşam kaynağımızın yanlış tüketildiğini varsaymıyorum, çünkü eminim! Dünyadaki tüm sorunların temelinde yatan en birinci sebep bu yanlışlıktır. Bu yanlışlığa hala devam ediyor olmak, daha büyük bir yanlıştır. Böyle düşünmemin gerekçesi ise hepimizin bildiği ama sık sık unuttuğu bir keyfiyet. “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, an

Eric Johnson