Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ÇOCUK DENİNCE, DURUP DÜŞÜNMEK LAZIM...

Bir "20 Kasım Çocuk Hakları Günü"nü de geri de bıraktık. Sessiz sedasız geldi geçti. Çocuklarımızı son derece alakadar eden bir gündemin gölgesinde kaldı: Dershaneler. Bu konu hakkında da söyleyecek çok sözümüz ve hatta ciddi tekliflerimiz var.( kim kale alır bilmem ama)Başka bir gün, başka bir yazıda inşaallah. Çocuk Hakları dendiğinde aklımıza , şiddet görmüş, zarar görmüş, savaşın ortasındaki, sokağın ortasındaki ve açlığın pençesinde ki çocuklar geliyor. Sakın bu meseleleri küçümsediğim anlamına gelmesin,ama ben dikkati evin içinde ki çocuğa çekmek istiyorum. Hani şu açta açıkta olmayan, anası babası yanında olan, yediği önünde yemediği ardında olan, okula giden çocuklar var ya işte onlara dikkat çekmek istiyorum izninizle. Dışarıdan bakıldığında hiç bir eksiği yokmuş gibi görünen çocuklar. Öncelikle biz yetişkinlerin çocuk algısını değiştirmesi lazım. Çocuk, bizlere yetişkin olana kadar elinden ve gönlünden tutmak üzere emanet olarak verilmiş bir varlıktır; malımız de

BEN BU OYUNDAN ÇEKİLİYORUM

                                          Bir kaç gün önce, bir kaç eş dostla birlikte dışarı çıkmıştık. Oturduğum yer, İstanbul'un en sakin semtlerinden biriymiş gerçekten. Bu gezinti bana bunu bir kez daha ispatladı. Güya hava almak, hoş vakit geçirmek amacıyla çıkmıştık ama ne mümkün! Hava almak yerine havamızı aldık desek yeridir. Hafta içi olmasına rağmen birine değmeden yürünmeyen cadde ve sokaklar, tıkabasa dolu ve bunca insan bunca boş zamanı nasıl bulmuş dedirtecek kadar dolu kafeterya ya da lokantalar ve bu insanlar paralarını ne yapacaklarını şaşırmışlar dedirtecek kadar dolu dükkanlar...       Ben bu semti, lise yıllarından beri bilirdim. O zamanlar da İstanbul'un en hareketli yerlerinden biriydi, ama gördüğüm şu son manzara; İstanbul'a bir şeyler oluyor, dedirtecek cinstendi. Normal değil, hiçbir şey normal değildi. Daha sonraları dikkat ettim de sadece Kadıköy değil, sadece İstanbul değil, sadece Türkiye değil, tüm dünyaya bir şeyler oluyormuş!Doğrusu bu &q
Çalakalem derler ya öyle bir çalışma...

KAYGAN, ISLAK VE KAYPAK BİR DOSTLUĞUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

<<< Ellerini aniden cebine attı adam, bir " yaşamak" çıkardı cüzdanından, bodur bozdur harca dedi arkadaşına. Döndü, gitti. Yaşadıklarını ve bu sona nasıl geldiklerini düşündü; "arkadaşlarım...arkadaşlarım..." diye sayıklarcasına tekrarladı durdu... Geçtiği her sokak, gördüğü herşey; arkadaşları...arkadaşları...Bir duvar dibi aradı, sırtını dayayıp ağlamak için. Bıraktı göz yaşlarını sel oldu, aktı. Gitti her damlayla; arkadaşları... arkadaşları...  "Her gidiş birbirine benzer" diyordu şair.  Yanılıyordu, arkadaşlıktı giden!...beraber yürüdükleri yolu gerisin geri yalnız yürüyordu şimdi. Yazdı, soğuktu. Bahardı, kar yağıyordu. Kıştı, güneş yakıyordu. Tersine dönmüştü dünya, tersine dönmüştü hayat. Tersi dönmüştü adamın, ellerini suçladı yanlış elleri tuttu diye. Elleri saçlarını yoldu cevaben.  Bir volkanın ağzındaymış gibi hissediyordu artık. Sabahladı o duvar dibinde.Ne ayakları yürümek istiyordu bir yerlere, ne gözleri görmek

Vakit Akıllı Olma Vaktidir

       Haftalardır gezi ve Taksim meselesiyle yatıp kalktık millet olarak. Hala da aynıyız. Durum vahim yani. İlk günden beri herkes bir şeyler söyleyip duruyor. Amiyane tabirle, ağzı olan konuşuyor. Bu konuşmaların bir kısmı (özellikle gürültülü olanları) yönetim aleyhtarı konuşmalardı: kışkırtıcı, bölücü, ihanet kokan.        Muhalefet olmayı bile beceremeyen bir yığın var ortada. Bir de yönetim olmaktan söz ediyorlar, (Allah muhafaza). Cesaretlerine hayran olmamak elde değil. Aptal cesaretimi yoksa ellerini tutanlara duydukları güven mi acaba? Senaryoların biri bitiyor biri başlıyor. "Devlet" işleri kadar karışık, zor ve çetrefilli bir iş yok galiba. başta kendin olmak üzere herkese laf anlatmak zorundasın. Attığın her adımın, kurduğun her cümlenin hesabını vermek zorundasın. Yedi yirmidört hislerin, düşüncelerin ve erdemin arasında tur atmak ve her defasında erdemi seçmek zorundasın. İhtiyatlı, nazik ve uyanık olmak zorundasın. Elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün bir.

Kılavuzu Karga Olanın

Lafı uzatmaya,sözü süslemeye gerek yok: Ramazan geldi, hatta 10 günü geride bıraktık bile. Ramazan ayının coşkusunu gölgeleyen bir ton hadiseyle girdik Ramazan ayına. Herkes gibi benim de kafam karışık, gönlüm bulanık, kalbim hüzünlü. Hz. Adem yaratılıp ,şeytanın isyanı gerçekleştiğinden bu yana insanlık üç aşağı beş yukarı bu halde zaten. Değişen ne var diye bakıyorum, hiç bir şey.Bu "hiç bir şey"in içi öyle dolu ki... Yaşamak için yaratıldık ve dünyaya gönderildik. Ömür malzemedir, yaşamak onu kullanma şeklimizdir. Ömrü nerede, nasıl, ne için ve kiminle harcadığınızdır "yaşamak". Ömrü bir mermer olarak düşünün ya da boş bir tuval, siz de bir sanatçısınız ve açık alanda çalışıyorsunuz: hertürlü etkiye açıkkken mermere verdiğiniz şekil, tuvale çizeceğiniz resimdir yaşamak. Ömrü anlamlı yaşayıp yaşayamamak hususunda bir ton bahanemiz olabilir, dedik ya açık alanda çalışıyoruz diye. Açık alanda çalışmanın risklerini ortadan kaldırmanın yolu, gelmesi muhtemel zararla

David Garret,Muhteşem Konser

Zeki Müren'den bir efsane...

Baharla Gelen Merhamet

Baharla gelen Merhamet Kar yağıyordu şehre inci taneleri gibi...Mantomu giydim, çıktım. İnci tanelerini havada yakalamaktı niyetim. Yeryüzünü bembeyaz bir saflığa boyadıklarını düşünüyordum merdivenlerden inerken. Ta ki, ayaklarım vıcık vıcık çamurlu sulara girinceye kadar. Ne kadar ak pak olursan ol, düştüğün, gittiğin, ait olduğun yer çok önemliymiş. Pir-u pak kar taneleri, bu rezil sokaklarda rezil oluyorlardı. Sıkıntıyla katmerleşmiş bir öfke sarmaya başlamıştı beni. Kafamdan bir ton olumsuz cümle geçit töreni yaparken, bir serçe sesi tüm bu harekata "dur" dedi. Beni kendime getiren bu sesin sahibini aradı gözlerim. Apartman duvarımızın dibine sinmiş bir halde buldum onu. Zavallıcık, ıslanmıştı. Titriyordu, kimbilir ne zamandır bu haldeydi ve hayattta kalmak için çırpınıyordu. Çaresizliğin verdiği teslimiyet duygusuyla bana direnmedi hiç, avuçlarımın içine aldım. Sadece sesi bile beni sakinleştirmişti. Kendisini görünce, havanın tüm olumsuzluklarına inat, içimde baharı

Konuşmak mı, söylenmek mi?

Bu insanlık her zaman mı böyleydi, merak ediyorum. Herkes söyleniyor. Adam gibi konuşan derdini anlatmaya çalışan, sevincini dile getiren yok. Adamakıllı konuşamıyorsunuz kimseyle. Vizelerim sebebiyle şehirlerarsı yolculuk yapar gibi, Kartal'dan Beyazıt'a mekik dokuyorum onbeş gündür. Metrodur, otobüstür, vapurdur, tramvaydır, minübüstür binmediğim vasıta kalmadı. Eee sınavlara zamanında yetişmek lazım. Bir yandan ders tekrarı yapmaya çalışırken, öte yandan ister istemez, milletin dır dırlarını dinledim durdum. "Dır dır" diyorum çünkü öyleler. Şimdi çıkıp diyebilirsiniz; "Ya hu insan her zaman da gerekli şeyler konuşmaz ki" Haklısınız, ama bu konuşmalar da dır dırlanarak yapılmak zorunda mı? Yanında biri olan yanındakiyle, olmayan da (teknoloji sağolsun) telefonuyla, bu hususta adeta bir rekor kırma gayretindeler. Öyle ya da böyle, söylenmeden yaşamayı öğrenmeliyiz. Söylenmek, sonu olmayan bir kuyuya taş atmak gibidir. Kulağı tırmalayan kapı gıcırtısıdı

“O AN” ÇOK DEĞERLİDİR

Herkesin hayatında böyle insanlar var sanıyorum. Hani her şey güllük gülistanlık olsa da şikayet edecek bir şey bulan tipler. Felaket tellalı gibi, adeta “ben demiştim” demek için konuşanlar, yaşayanlar. Siz tam “anı” yakalamışken, ne “an” bırakanlar, ne gelecek ne de geçmiş. Sanki her şeyde bir kusur aramak için hayata gelmişler. Dünyanın en keskin gözüne, en keskin duyusuna sahip tek kişisi zannederler kendilerini. Bir çeşit detektör gibidirler: “kusur arama detektörleri”. Eminim hiç düşünmemişsinizdir etrafınızdaki “detektörü” bulmak için. Çünkü o karşınızda ayna gibi duruyordur. Tamam kabul, böyle kimseler var, var olmasına ama böyle insanları hayatınızdan uzak tutmanın yollarını öğreneceğiniz bir kurum da olsaydı keşke. Hadi uzak tutamıyoruz, hiç olmazsa onlarla başetmenin yollarını bilmemiz gerekir. Bu mesele gerçekten de üzerinde durulması gereken bir mesele, asla hasır altı etmemelisiniz ki, hayatınız da hasır altı olmasın. Ben bu kişilikte ki insanların lügatinden “mutlu

BİR EŞ, BİR ANNEYKEN KADIN YAZAR OLUNCA

Yazar Beyefendilere... El yordamıyla gözleini açmadan telefonunu buldu ve alarmını kapattı. Yeni bir gün daha başlıyor diye geçirdi içinden, hayırlı geçer inşaallah diye dua etmeyi de ihmal etmedi. Her gün ki gibi bir gündü bugün de. Handan hanım yataktan bu rehavetle kalkışın sonrasında olacak koşturmalrı gayet iyi biliyordu. Çünkü o bir eş, çünkü o bir anne, çünkü o bir yazar aynı zamanda. Genelde eş ve çocuklar aynı saatlerde yollara dökülüyorlar, evde bir tek minik kızı Hande kalıyordu. Ama iki oğlunun ve eşinin kahvaltı yapıp, hazırlanıp evden çıkmaları tam bir olağanüstü hal durumu gibidir. Arkalarından kapıyı kapattığı an derin bir ohla gelen rahatlıkla birlikte, savaştan zaferle çıkmış bir kumandanın ruh haliyle koltuğuna kurulup laptopunu eline alır. Şanslı günündeyse minik Hande biraz daha uyur, handan hanım da gündemdekileri takip etmeye fırsat bulur. Çok hızlı bir taramadan sonra ( şükür, Hande hala uyuyor) aklına çamaşırları makineye koymak geldiği için ışık hızıyla

ÖLÇÜLÜ BİR YAZI

Bir gün Tolstoy ile Maksim Gorki Kırım’da gezinirlerken Tolstoy bir kuşun ötüşünü duyar. Kuşu merak ettiğini hisseden Gorki, Tolstoy’a daha bu ne kuşudur dedirtmeden ispinoz olduğunu söyler. İspinozun hep aynı öttüğünü de sözüne ilave eder.. Sonra filozofiye dalıverirler.Tolstoy bir husustaki görüşlerine muhalif şeyler söyler. Oysa daha önce farklı düşünmüş farklı söylemiştir. Bu farklılığı gören Gorki hemen soruverir; "Üstad! Önceleri böyle düşünmüyordun, farklı düşünüyordun.Oysa görüyorum ki şimdi yeni şeyler söylüyorsun.Kendinle çelişmiyor musun? " Tolstoy şu cevabı verir : "Gorki! Ben ispinoz kuşu değilim ki her zaman aynı türküyü söyleyeyim. İnsan kalbinin bin türlü nağmesi var. Bugün de başka bir nağmemi terennüm ediyorum..." "İnsan kalbinin bin türlü nağmesi var." Tolstoy bu sözünde ispinoz kuşunun kendinde uyandırdığı güzel hislerin çeşitliliğini anlatmak istemiş.İnsanın hislerinin çeşitliliğiyle insan olacağını vurgulamış. Doğrudur, insan h

SANATKAR NEYE HİZMET EDER

“Sanat, kendi kurallarını yaratmak ve onları yaşama cesareti göstermektir.” Demiş biri. Kim demiş önemli değil. Bu cümle üzerinde tartışılabilir. Ama bir gerçek var ki, sanatkar olmak, ortaya sanatkarane bir şeyler koymak bir yaşam biçimidir. “Olmak” gibi bir eylemden söz ediyoruz. “Olmak” için yapılması gereken işler, geçilmesi gereken aşamalar vardır. İşte bu tartışılamaz. Sanatkar ünvanını hakeden insanların hayatına şöyle bir göz attığımız da, hemen hepsinde varolan bazı ortak noktalar görürürüz. Tüm bu değerli insanlar, sanatkarlar hayatlarını –diğeri- olarak yaşamayı göze almış kimselerdir. Bu sanatkar olmak için elzemdir. Sanatkar insan her türlü duyguya, her türlü sıkıntıya aşinadır. Sevmekten tutun da ölmeye kadar, en iyi onlar bilir. Bu sebeple de en iyi onlar anlatır.İsterseniz edebiyat dünyasından , isterseniz de görsel sanatlar dünyasından hangi sanatkarı ele alırsanız alın, bu gerçek değişmez. Sanatkarlar yaşadıkları devirlere ayna olmuş kimselerdir. Tarih boyunca da

AVARE YAZILAR III

Dehşetle fırladım yatağımdan. Bu nasıl bir ses ya Rabbi!.. Kulaklarım uğulduyor. ne yaptığımı bilmez bir halde sağa sola koşturuyorum. Hey çekilsene önümden. Dehşetim daha da artıyor. bu çarptığım kişi benim. Doğru ya evde benden başka kimse de yoktu zaten. Ama ben... Ben buradayım, ben benim, o kim ozaman. Neden gözlerini kapatmış elleriyle? Biri daha dolanıyor sanki ortalıkta; olamaz! o da ben...Kulaklarını tıkamış vaziyette geziyor. bir ben daha başını önüne eğmiş...bir daha bir daha ....Yok olmaz böyle bir şey , bu bir kabus, uyanmalıyım...Uyanmalıyım... Uyandım. Çok şükür bu bir rüyaymış, Saat gecenin bilmem kaçı...Perdeyi aralayıp camdan bakıyorum, bir sürü insan dışarıda şuursuzca yürüyorlar, Kadın- erkek, hepsi prezantabl ama hiç birinin kafası yok...Geri geri çekiliyorum pencereden...Bir kez daha dehşetle uyanıyorum...Çok şükür diyorum taaa yürekten.. Mutfağa gidip bir bardak su alıyorum kendime...Üç yudumda içiyorum...İçim ferahlıyor biraz...Elimi yüzümü yıkasam iyi gel

Çok iyi bir film

İzleyin: War Horse [Savaş Atı] - Fragman

Eski Bir Hikaye

      Bakıyorum bu aralar yine Ali Bulaç bey ve daha niceleri, "müslüman kadın" kimliği ile ilgili yazıp çiziyorlar. Çok garip bir durum bu. İnsanlıık tarihi boyunca  "kadın" her dönem mesele olmuş. Üzerinde kafa yorulmuş, kadın ne durumda, ne durumda olmalı, ne durumda olmamalı falan filan.Gelin bir güzellik yapalım. Kadın kelimesini çıkaralım lügatlerden, "mesele" diyelim yekten kadın kısmısına! Ali bey ve diğerleri de rahatlasın.      Ne oluyor kardeşim, önüne gelen benimle ilgili yorumlar yapıp hükümler koyuyor. Ne oluyoruz? Hani "ilim kadın ve erkeğe de farz"dı? Sen ilim sahibi oldun da ben olamıyor muyum? Sen Rabbimin emirlerini anladın da ben anlayamıyor muyum? Ben Rabbimin benim için çizdiği yolu, verdiği izini, koyduğu yasakları ve mübahları anlayamayacak kadar ........mıyım? Susun da biraz biz kadınlar konuşalım.      Müslüman kadın kimliğinin eleştiri yağmuruna tutulduğu şu durumda bulunmasının altında müslüman erkeğin "çabalar

Güzel Bir Ders

Japonya'da bir çocuk 10 yaşlarındayken bir trafik kazası geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş. oysa çocuğun büyük bir ideali varmış. büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş. sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yıkılan çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini gören babası, japonya'nın ünlü bir judo ustasına gidip yapılacak bir şeyin olup olmadığını sormuş. hoca: getir çocuğu,bir bakalım demiş. ertesi gün baba-oğul varmışlar hocanın yanına. hoca çocuğu süzmüş ve: tamam demiş. yarın eşyalarını getir, çalışmalara başlıyoruz. ertesi gün çocuk geldiğinde hocası ona bir hareket göstermiş ve "bu hareketi çalış" demiş. çocuk bir hafta aynı hareketi çalışmış. sonra hocasının yanına gitmiş. bu hareketi öğrendim başka hareket göstermeyecek misiniz?" diye sormuş. hocanın cevabı: - çalışmaya devam et olmuş. 2 ay, 3 ay, 6 ay derken çocuk okuldaki bir yılını doldurmuş. çocuk bu bir yıl boyunca hep o aynı hareketi tekrarlamış. hocanın yanına tekrar gitmiş: ho

Kıssadan Hisseler

bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş. "son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş. mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı "olur" demiş çekine çekine… baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış. "şimdi. istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana" demiş oğluna. sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş… oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.  adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş. her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış. daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu. yemek masasında üç tabak duruyormuş. kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş. sonra oğluna dönüp sormuş: "ne görüyorsun?" oğlu düşünürken açıklamaya başlamış. "havuçlar haşlandıkça aslini kaybedip yumuşamış. yum

Kıssadan Hisseler

sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümlü hoca kapıda beliriyor. sınıfa bir bakış atıp kürsüye geçiyor. tebeşirle tahtaya kocaman bir (1) rakamı çiziyor. "bakın" diyor. "bu, kişiliktir. hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey..." sonra (1)'in yanına bir (0) koyuyor: "bu, başarıdır. başarılı bir kişilik (1)'i (10) yapar". bir (0) daha... "bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz". sıfırlar böyle uzayıp gidiyor: yetenek... disiplin... sevgi... eklenen her yeni (0)'ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca... sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1)'i siliyor. geriye bir sürü sıfır kalıyor. ve hoca yorumu patlatıyor: "kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir".

İran'dan güzel bir eser

CÜMLEMİZE ACİL ŞİFALAR

Malumunuz bir yılın sonuna daha geldik. Hiç birimiz daha ne kadar yaşarız, daha neler görürüz bilmiyoruz. Bazılarımız için hayal kırıklığıyla geçen bir yıldı belki, bazılarımız içinse, hayallerinin gerçeğe dönüştüğü bir yıl. Bazıları mutlu mesut anlatacak ileride, bazılarımız ise üzgün. Ben hayat muhasebesinin yıllık değil, günlük yapılması taraftarıyım. Yıl çok uzun bir süreç. Bu sebeple, yazımı bir yılın muhasebesini yapmanın önemini anlatarak doldurmayacağım. İster muhasebe yapın ister yapmayın sizin bileceğiniz iş. Hiçbir hesaba girmeden önünü arkasını düşünmeden yaşa, düşünmeden konuş, sonra muhasebe yap. Ne kadar doğru bilemiyorum. Neyse, hiç yoktan iyi tabii ki. Evet bir yıl daha geçti. Diğer bir yıllar gibi. Ama saymayın kaç yıl oldu, kaç yaşındasınız; gerek yok. Yılları saya saya sadece yıllanırsınız. Her gün yeniden doğar insan. Her gün yenidir, bir öncekine benzemez. Yılların siz de bıraktığı izler üç beş beyaz tel ve yaşınızı ele veren çizgiler olmasın sadece. Siz, y

AVARE YAZILAR (II)

Ah! Siz... Öğrenmiştim oysa  Deniz ve gökyüzü mavi  Ormanlar yeşil,  Çiçekler rengarenkti.  O zaman tuvalimdeki bu renkler de ne?  Kıpkızıl bir gökyüzü  Mosmor bir deniz  Simsiyah bir orman  ve çiçekler...  renksiz...  Kimler yaptı bunu?  Neden  dünyama ellediniz?  Neden  yüreğime ellediniz?  Hesaba katmış mıydınız bu sonu?  Geri verin renklerimi...  Hayallerimi geri verin  Sizler onlarla neler yapılır,  Bilemezsiniz.... Önümde devasa boyutlarıyla duran bembeyaz tuvalime bakıp duruyorum. Saatin farkında değilim, kaç saattir böyle bakıp durduğumun farkında değilim. Sanki elimde ki son tuvalmiş gibi. Kalkıp o çok sevdiğim müzikleri açıyorum fon olsun diye… Önce Adagio başlıyor gönül telime dokuna dokuna…Yoo her zaman yaptığım gibi kapamıyorum gözlerimi… Tuvalimde sonsuz bir mavilik beliriyor önce, bembeyaz martılar yarışıyor bembeyaz bulutlarla… Denizin çırpınış seslerini görüyorum, martıların çığlıklarını görüyorum, denizde s

KADIN KİMLİĞİNİN SERÜVENİ

 Dünya yaratılıp insanoğlu yaşam kavgasına atıldığı günden bu yana sorun kabul edilip, çözümler üretilen değişmez bir meseledir, kadın kimliği. Allah, erkeği ve kadını yaratmış ve birbirine çeşitli yönlerden muhtaç kılmıştır. Muhtaçlıkları birbirlerinde olmayan eksik özelliklerini tamamlayıcı olmak suretiyle, bir arada yaşamayı becererek hayat çarkının ritmik bir şekilde dönmesini, yaşamın bir ahenk içinde devam etmesini sağlamak üzerine kurulmuştur. Bir kız çocuğu olarak dünyaya gelen insan, erkek karşısında ötekileştirildiğinin farkına varana kadar doğallığını koruyarak yaşar. Zaten yaratılışından gelen özelliklerin bilince olup, ona göre bedeninin ve ruhunun ihtiyaçlarının ne olduğunu gayet net farkındadır. Kendini ve Yaratanı doğal bir şekilde tanıma yetisiyle ilgili bir eser olan, tanınmış İslam Filozoflarından Endülüs'lü İbn Tufeyl'in ünlü eseri Hayy bin Yakzan'da İbn Tufeyl eserindeki Hay tipiyle, herhangi bir etki ve bilgilendirme( eğitim, öğretim) olmadan da insa

Güzel klip, güzel şarkı