Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Cümlemize Acil Şifalar

 Malumunuz bir yılın sonuna daha geldik. Hiç birimiz daha ne kadar yaşarız, daha neler görürüz bilmiyoruz. Bazılarımız için hayal kırıklığıyla geçen bir yıldı belki, bazılarımız içinse, hayallerinin gerçeğe dönüştüğü bir yıl. Bazıları mutlu mesut anlatacak ileride, bazılarımız ise üzgün. Ben hayat muhasebesinin yıllık değil, günlük yapılması taraftarıyım. Yıl çok uzun bir süreç. Bu sebeple, yazımı bir yılın muhasebesini yapmanın önemini anlatarak doldurmayacağım. İster muhasebe yapın ister yapmayın sizin bileceğiniz iş. Hiçbir hesaba girmeden önünü arkasını düşünmeden yaşa, düşünmeden konuş, sonra muhasebe yap. Ne kadar doğru bilemiyorum. Neyse, hiç yoktan iyi tabii ki. Evet bir yıl daha geçti. Diğer bir yıllar gibi. Ama saymayın kaç yıl oldu, kaç yaşındasınız; gerek yok. Yılları saya saya sadece yıllanırsınız. Her gün yeniden doğar insan. Her gün yenidir, bir öncekine benzemez. Yılların siz de bıraktığı izler üç beş beyaz tel ve yaşınızı ele veren çizgiler olmasın sadece. Siz, yılla

Zeki Müren'in Sesinden, Nihansın Dideden

KADIN VE ERKEK ÜZERİNE

Birkaç gündür Bülent Arınç üzerinden yürütülen bir polemiğe ben de takıldım kaldım. Kadına çizilen mahremiyet sınırı üzerine yapılan bu polemik ve özellikle kadın yazarların konuyu ne kadar ustaca saptırdığını görmek beni hayretlere düşürdü. Oldum olası bir kadın olarak hemcinslerimin nasıl bu kadar sığ düşüncelere sahip olabildiklerini ve üstelik ithal edilmiş bu fikirleri nasıl bu kadar özümseyip şövalye kesildiklerini anlayamadım. Kadın- erkek ilişkisinde oluşturulmak istenen kaos son derce başarılı olmuş, kendisi olmayan bir sürü erkek ve dişi ortalıkta dolaşır olmuştur. Her ne kadar ortalıkta dolaşmalarına bir anlam yükleseler de, ağızlarından çıkan her söz, iç huzursuzluklarını ortaya vuran bir çığlık olmuştur. Eğer alt okuma gibi bir kabiliyetiniz varsa sadece bu konuyla ilgili yazılan yazılar bile size ne demek istediğimi anlatacaktır. İnsan bir erkek ve bir dişiden yaratıldı. Allah(cc) önce erkeği yarattı ve erkeğin ihtiyacı olan kadını. Yani ihtiyaç sahibi erkektir, kad

HESAPLAŞ-AMA-MA....

                                         "Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekiniz." Bu hadis-i şerifi duyduğumdan beri düşünüyorum, nasıl yapsam diye. Her an her saniye aklım bununla meşgul.İnsan kendini nasıl hesaba çekmeli?..Bunun yöntemi nedir?... Kendimin açılımlarını düşünüyorum, öyle karmaşık ki..hangisinden başlayabilirim, hangisi diğerinden daha mühim, bu konu da dahi çok kararsızım.         Ama bir şekilde bunu yapmanın bir yolunu bulmalıydım. Kendimin açılımlarını sıralamayla işe başlasam diye düşündüm. Beni ben eden şeyler nelerdi mesela? Önce bunları tesbit etmeliydim. Öncelik hangisinin? Galiba; sevgimin. Sonra nefretim.Sonra  anlayış- anlayışsızlık. Öfke- sukunet. Kin- bağışlama. Dürüstlük- yalan. Önyargı- sabır. Adalet- hiyanet. Hoşgörü- tahammülsüzlük. Tevazu- kibir. Kıskançlık- güven. İlim- cehalet. Aşk- gaflet. Say say bitmiyor, öylesine uzun ki listem.          Ben, beni ben yapan bütün bu özelliklerimi sayıp dururken bir anda, hiç beklemed

David Garrett - Tomaso Albinoni - Adagio

Sende Başını Alıp Gitme

HAYALLERİNİ BİR SAPAN TAŞINA YÜKLEMİŞ ÇOCUKLAR İÇİN....

                                     "Pencerimin perdesini havalandıran rüzgar,           Denizleri köpük köpük dalgalandıran rüzgar,           Gİr içeri usul usul beni bu dertten kurtar."           Eskidendi o, şimdi ne bir evim var artık, ne penceresi, ne penceresinde rüzgarların havalandıracağı perdesi...          Gecelerden bir gece, saatlerden herhangi bir saatti.Esiyordun Ey Rüzgar sen yine tatlı tatlı...Penceremin perdesini havalandırıyordun. Kimbilir kimlerin perdelerine dokunup gelmiştin. Kimbilir kimlerin yanaklarına öpmüş, saçlarını okşamıştın. Kimbilir hangi hayalleri fısıldamıştın birilerinin kulaklarına.        Saat kaçtı, bilmiyorum. Ben senin neler fısıldaştığını duymaya çalışıyordum, bahçemde ki çiçeklerle. Sen sanki bir masal anlatıyordun onlara, uzak diyarlarda ki çocuklara ait.       Saatler geç'ti...çok geç...Sen, mutlu mutlu uyuyan çocukların gözlerinden alıp getirdiğin o hülyamsı huzuru tam gözkapaklarıma bırakıvermiştin ki...İşte "o a

İNSANLIK MESELESİ

                                                                      İnsanlığın unutulduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz maalesef. Ve yine esefle söylüyorum ki, herbirimiz bir diğerimizin insanlığı unuttuğunu düşünüyoruz. Ve unuttuğumuz "insanlığı" unutulunca yok olan bir nesneymiş gibi vehmediyoruz.Hemen her durum ve vaziyette olduğu gibi bu hususta da kendimizi sütten çıkmış ak kaşık zannetmeye devam ediyoruz.              İnsan Eşref-i mahlukat ( yaratılmışların en şereflisi) olarak yaratılmıştır. En şerefli, en zeki, en becerikli, en kul derken bir bakıyoruz ki, belh-ü muadal (yaratılmışların en aşalığı), en aptal, en beceriksiz, en isyankar olup çıkmış. Kul yaratıldığında ona verilen bazı özellikler var. Bu özellikler onun iyi bir kul olmasını gerçekleştirecek özelliklerdir. Rabbimiz bizi tam donanımlı olarak yaratmıştır. Ben böyleyim, ben şöyleyim sözleri sadece laf-ü güzaf.              Kul doğar ve büyümeye başlar. İşte ne olursa o ara olur. Büyürken sahip çıkama

BEN GİDİYORUM (AVARE YAZILAR-1-)

                                                                                      Hafakanlar sarıyor beynimi...ansızın gelen arsız bir misafir gibi...nasıl davranacağımı şaşırıyorum. Şaşkınlığım geçmeden bir el yapışıyor yüreğime, mengene gibi. Sıkıyor... Sıkıyor...Daralıyorum.             Sanki nefesim içime sıkışıp kalmış...Aldığım nefesleri vermekte zorlanıyorum...Bir yumruk gibi boğazımı tıkıyor...              Ne? Nasıl? Niçin? Neden? Kim? Ne zaman? Nereye? Nereden? Kiminle? Kimsesiz...yalnız...çaresiz... Hissiz, hareketsiz...             Bir ışık, saran sarmalayan...Bir el, tutmak için...Bırakmamak üzre uzanan...Bir çıkış, bu hafakanlardan, bir kurtuluş....Aranıyorum...            Can havliyle yapışıyorum, yüreğimi mengene gibi sıkan o ele. Soğuk, buz gibi...var gibi... yok gibi...Birer birer açmak için parmaklarını çabalıyorum...Yüreğimi daraltan bu el neyin nesi, kimin bilmiyorum. Bazen bir yüz belli belirsiz görünür gibi oluyor, sisler içinde.Ama kim?...bir bilebils

ÇOCUK NEDİR?

                  Tuhaf bir soru oldu, öyle değil mi?       Sanki bilinmez bir şey miş gibi...          İşin aslı ben bu soruyu yazarken "bilinmez bir şey" değil de "yanlış bilinen bir şey" olduğu nu düşündüm. Bir çoğumuz bu sorunun cevabını bildiğini zanneder. Zannetmek diyorum, zira kişinin bildiğini sandığı şeyler dayanaksız olunca başka bir kelimeyle ifade edilemez.        Benim lügatimde çocuk," mucize"dir. Dünyanın hala dönmesine sebeptir, çünkü her doğan "mucize" bir umuttur. Umut, yaşamın kaynağıdır. Yaşam kaynağının yok olduğunu, ya da yanlış tüketildiğini bir varsayın... Ben, çocuk dediğimiz bu yaşam kaynağımızın yanlış tüketildiğini varsaymıyorum, çünkü eminim! Dünyadaki tüm sorunların temelinde yatan en birinci sebep bu yanlışlıktır. Bu yanlışlığa hala devam ediyor olmak, daha büyük bir yanlıştır. Böyle düşünmemin gerekçesi ise hepimizin bildiği ama sık sık unuttuğu bir keyfiyet. “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, an

MİLLİYETÇİLİK ÜZERİNE

Milliyetçilik üzerine ...., Sakın telaşa kapılmayın, milliyetçilik üzerine söyleyeceklerim sadece içimden geçenler olacak. İSYANIM İNSANLIĞA Aldığım her nefeste hep kan kokusu, Gözüm kararıyor,midem ayakta! Kalbimin içinde bir derin pusu, İsyan dolaşıyor damarlarımda! BEn Filistin'de çocuk,Çeçenya'da anayım. Ben Afganlı savaşçı,Türkmenistan'da kadın. Farketmez nereliyim,nedir adım,soyadım Ben Allah Sevdalısı,sadece MÜSLÜMANIM! Ellerimden saçılan gül benim,kurşrn değil. Kalbime sığar dünya,inanın zor iş değil. Barış istiyorum ben,biraz huzur, biraz aş! Savaş değil,savaş değil,HELE ZULÜM HİÇ DEĞİL! ! "İsyanım insanlığa" başlıklı bu şiirimi, Rusların Çeçenlere yaptığı bir katliam haberinin ardından yazmıştım. O sırada mutfakta bir şeylerle uğraşıyordum, bir yandan televizyonu dinliyordum. Haber beni çok etkilemişti, bir anda elime geçen keçeli bir kalemle mutfağın fayanslarına yazdığım bu şiir günlerce orada kaldı. İşte bu bana göre Milliyetçilik&#

ŞİMDİ DEĞİLSE NE ZAMAN?????

                               Gündelik telaşlara sattık duygularımızı...Güne binbir telaşla başlarken, "günaydın" demeyi, "hayırlı sabahlar" demeyi unuttuk çoğu kez veya önemsemedik.                  Camlarımızın veya aynalarımızın gözalıcı şekilde parlaması, duygularımızın bir kıvılcım olarak bile parlamasının önüne geçer oldu. Bir bardağın temizlik sesini, kalplerimizin sesinden daha fazla önemser olduk. Ütülenmesi gerekenler, dikilmesi gerekenler, silinmesi, yıkanması, fırçalanması, bir de kuru temizlemeye gitmesi gerekenler, dinlenilmesi ve anlaşılması gerekenlerden daima daha çok, daima önde oldu. Belki arta kalmış bir vakte sığdırmaya çalıştık duygularımızı: - Sana söyleyeceklerim var, konuşalım mı biraz? - Çok işim var, lütfen başka zaman.... ----------------Şimdi değilse ne zaman?????                  Ve gündelik teleşlara sattık inançlarımızı. Ellerimiz çok büyük duygular ve umutlarla  duaya kalkardı bir zamanlar. O "bir zamanlar" da çocu

ŞÜPHENİZ Mİ VAR YOKSA....

Daha önceleri de duyduğum ama geçenlerde bir sosyal paylaşım sitesinde rastladığım bir cümle var: <<Boşuna uğraşma, ne yaparsan yap kimseye yaranamazsın.>> Cümle aynen böyle. Eminim sizler de duymuş yada kullanmışsınızdır. Tahminime göre bu cümleyi kuran arkadaşlar bu cümlenin içeriği hususunda hiç kafa yormamışlardır. Toplumumuzda var olan toplu alışkanlıklarımızdan biri de her şeyi duymaya çalışmak fakat ne dediğimiz hakkında fazla düşünmemek. Çalışkanlık hünerimizi nedense ağzımızdan çıkan kelimelerin ne ifade ettiği konusuna genellikle kullanmayız.  Oysa Allah-u Teala Bir ayet-i kerimesinde : << Kullarıma söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.>>( İsra-53) buyurmaktadır.  <<Boşuna uğraşma kimseye yaranamazsın>> derken, bunu söyleyenlerin şunları kastettiğini düşünüyorum. Birincisi sen istediğin kadar fedakarlık yap, anlamayan anlamıyor. İkincisi: anlamadıkl

RESİMLERİM

Bu Masal Başka Masal

Evvel zaman içinde, zaman zaman içinde bütün dünya  çocukları  annelerinden ve babalarından şikâyetçiymiş… “Onu yap, şunu yapma” demelerinden, “Üzerini sıkı giyin, fazla koşma” demelerinden… “Dişlerini fırçala” demelerinden, ceza vermelerinden, nasihat etmelerinden… Sokağa çıkarken yaptıkları tembihlerden… Süt içirmelerinden, yatırmalarından… Sabahları uyandırıp, itinalı bir şekilde kahvaltıya tabi tutmalarından… Ödev kontrollerinden, arkadaşlarına karışmalarından…Onu seyretme , bunu seyret diye televizyona koydukları sansürlerden… Fakat bir gün olanlar olmuş. Toplamışlar yeryüzündeki bütün anne ve babaları. Çok değil, 24 saat bırakmamışlar, ne gören var ne bilen… Sonra çağırmış bir ses bütün çocukları: — Herkes dilediği anne ve babanın çocukları olacak, seçin istediğinizi, demiş. Bütün çocuklar, kendi anne-babasını başka bir çocuğa kaptırmamak için hayatlarının en büyük mücadelesini vermişler. Gel zaman, git zaman bu kez de anne-babalar şikâyetçi olmuş çocuklarından. Onların söz
Zaman zaman bir hayal yumağının içinde bulurum kendimi.Yumağın ucu ellerimdedir...O uçtan başlarım yumağı tersinden sarmaya. Öylesine renkli bir yumaktır ki bu. Sadece bana ait renklerle boyalıdır. Sadece bana aittir. Ben elimdeki yumağı sardıkça, içinde bulunduğum hayal yumağı daha bir genişler... İşte bu: Aşktır... Öyle bir an gelir ki, bir şey çıkarır beni bu yumağın içinden... İşte bu: Hayattır...Ve benim mücadelem her ikisini bir araya getirme çabasıdır...S.Ş.

Saat: Kavuşmak Vakti

Yüreğimin sesini bastırmak istercesine camlarımı sarsıyor rüzgar. Yağmur damlaları yarışırcasına iniyor gökkubbeden. Ben her damlayı  indiren  o meleklerden birini görmek ümidiyle yapışıyorum cama. Ah gözlerim! Acizliğini anlayıp kapanıyorlar...  Rüzgar şiddetini artırıyor, sanki içeri girmek istercesine, sanki içime girmek istercesine daha beter sarsıyor camlarımı. 'Olmaz! ' diyorum, 'Giremezsin, giremezsin'. İçeriden dışarıya doğru sarsılıyor camlarım bu kez....  Saat, sabahın ilk dakikaları. Gözlerim kayıyor duvar saatimize. Hani şu oturma odamızda duran. Hani şu  gemici  çapası şeklinde olan. Hani sen asmak için acele ederken, sağ alt köşesinde küçük, kırık bir hatıra bıraktığın...İyi ki de kırılmış o gün, o sağ alt köşe diyorum. Birden elimle sol yanıma bastırasım geliyor. Kendimi bir saat gibi hissediyorum o an. Benim de sol yanım kırık...Acı... Evet hala acı... Sah,i saat olsaydım zamanı durdurmaya gücüm yetermiydi? ...'Saçmalıyorum' diyorum kendi kend

Vira bismillah

İnternet kullanmaya başladığımdan beri duyuyorum şu blog işini ve yıllar oldu, ben ilk duyduğumdan beri yapmak istediğim şeyi şimdi yapıyorum. eğer ısınırsam bu işe iyi olacağı kanaatindeyim. İnsanoğlu bir çok şeye niyetlenebiliyor, ama bunların kaçta kaçını gerçekleştirebiliyor? Kendimizden pay biçelim. Ne hayaller kurduk, ne arzular büyüttük içimizde. Hangilerini yaşadık, hangilerini ıskaladık. bir karar verdik mi, bir şeylerden de vazgeçtik demektir. Eğer vazgeçtiklerimizi çok sık yadediyorsak, yanlış karar verdik demektir. Şu da bir gerçek ki, en kötü karar, kararsızlıktan iyidir.