Ana içeriğe atla

KADIN VE ERKEK ÜZERİNE


Birkaç gündür Bülent Arınç üzerinden yürütülen bir polemiğe ben de takıldım kaldım. Kadına çizilen mahremiyet sınırı üzerine yapılan bu polemik ve özellikle kadın yazarların konuyu ne kadar ustaca saptırdığını görmek beni hayretlere düşürdü.
Oldum olası bir kadın olarak hemcinslerimin nasıl bu kadar sığ düşüncelere sahip olabildiklerini ve üstelik ithal edilmiş bu fikirleri nasıl bu kadar özümseyip şövalye kesildiklerini anlayamadım. Kadın- erkek ilişkisinde oluşturulmak istenen kaos son derce başarılı olmuş, kendisi olmayan bir sürü erkek ve dişi ortalıkta dolaşır olmuştur. Her ne kadar ortalıkta dolaşmalarına bir anlam yükleseler de, ağızlarından çıkan her söz, iç huzursuzluklarını ortaya vuran bir çığlık olmuştur. Eğer alt okuma gibi bir kabiliyetiniz varsa sadece bu konuyla ilgili yazılan yazılar bile size ne demek istediğimi anlatacaktır.
İnsan bir erkek ve bir dişiden yaratıldı. Allah(cc) önce erkeği yarattı ve erkeğin ihtiyacı olan kadını. Yani ihtiyaç sahibi erkektir, kadın ihtiyaç olunandır. Fakat nedense daima muhtaç pozisyonda olan kadın gibi gösterilmektedir. Muhtaç gösterilmesinin ardında yatan asıl muhtemel sebep kadının gücünden duyulan korku sebebiyle kontrol altına alınma isteğidir. Gücünün farkına varan bir kadının yapabileceklerinden duyulan endişedir. Gücün doğru şekilde kullanılmasını sağlamak yerine bastırılmaya çalışılmasının nedenlerini bulmak ve bu nedenleri ortadan kaldırmak, insanlığa yapılacak en büyük hizmetlerden biridir.
Her devirde gerek din adına gerek farklı zihniyetler adına kadına bakış açıları üretilmiş ve bunların hayatiyet kazanmaları için canhıraş bir çalışma yapılmıştır. Kadın denilen varlık, art niyetli olduğundan emin olduğum bu çalışmalar sebep gösterilerek, çok daha haince bir zihniyet tarafından bu kez de faklı bir şekilde kullanılmaktadır. Yeryüzünün fesat olmasını ve puslu havaların eksik olmamasını gaye edinen  bu menfaatperestlerin oluşturduğu yeni tanım ve propagandalar, yıllarca her şekilde bastırılmış kadınlar da bir yansıma bulmuştur. Bundan daha doğal ne olabilirdi ki. Kimlik bunalımına sokulan kadının, kendine “özgürlük” adı altında çizilen bu kimliği kolayca kabul etmesinde şaşılacak bir şey yok aslında. Bu hususta özellikle din adına ahkam kesenlerin payı çok büyük, din adına konuşup tebliğ yaptıklarını düşünürken, din düşmanlarını çoğalttıklarının farkında değiller. Yoksa farkındalar mı? Bu konuda pek iyimser ve hoşgörülü olamıyorum maalesef.
Kadın ve erkeğin, yaratılış itibarıyla ortak bir paydaları vardır ki o da: İnsan olmaktır. Payların çokluğunun farklılık olarak algılanması ve hatta bazı özelliklerin üstünlük kabul edilmesi, sadece bu iki cins arasında husumet oluşturmaya ve sağlıklı bir toplumun oluşmasını engellemeye yaramıştır. Kol kola yürümesi gereken bu iki cins sürekli karşı karşıya getirilmek suretiyle cinsler arasında bir üstünlük ve hak arayışı oluşturulmuştur. Oysaki tüm yaratılan diğer canlılar gibi kadının da erkeğin de ne oldukları ve sınırları bellidir. Bu durumun ortaya çıkarılmasının ve bu hususta kadının kullanılmasının çok ince bir sebebi vardır. Çünkü kadın, toplumu doğurur. Çünkü kadın annedir. Çünkü kadın, eştir. Çünkü kadın alçalırsa beşer de alçalır.
Yıllardır yapılan faaliyetler sonucu kadın-erkek ilişkileri bir kısır döngüye girmiş bulunmakta. Bu döngüyü kırmanın zamanı da geldi geçiyor bile. Eğer huzurlu yuvalar, gerek ruhsal gerek bedensel açıdan sağlıklı toplumlar düşlüyorsak, öncelikle düşlememiz gereken başka şeyler var. Bunların başında da, kadınları hak arayışı ile sokaklar dökmek yerine erkeklere kadının ne olduğunu, nasıl davranması gerektiğini, Allah katında kul olarak aynı hak ve hürriyetlere sahip olduğunu öğretmemiz ve bu terbiyeyle yetiştirmemiz gerekir. Kadına bu beden senin, ne istersen onu yapmalısın, kimse sana karışamaz yerine; bu beden ve yeryüzü ve içindeki  her şey emanettir, Allah nasıl istiyorsa öyle kullanmalısın'ı öğretmek gerekir. Benim Peygamberim kadını önce insan olarak gördü ve asla incitmedi. Siz hala “karnından sıpanın, sırtından sopanın eksik edilmemesi gereken” bir varlık olarak görüyorsanız biz aynı dinden değiliz vesselam.



Yorumlar

  1. Sevinç muhteşem bir yazı olmuş canım

    Çok beğendim arkadaşlarla da paylaşmalı

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aklımıza Kuş Kondu

Renklerin ahengini yitirmiş her kapıda Hüznümüz çiçek açar, sararırdı çehremiz. Bir bakışa ram olup, sürüklenen gövdemiz Mevsimler geçirirdi, bir an kadar zamanda. Heyulalarla süslü, kalbi kırık uykular Kuyu gibi yastıklar, rüyamızı emerdi Rabbin keremi bize; her rüya bir emeldi Örtünce üstümüzü yorgan gibi duygular Sonsuzluk çeşmesinden içmenin acısıyla Sinemizde gün batar, ay solar, dert üşürdü Bilmedik bu sevdayı bu gönle kim düşürdü Aklımıza kuş kondu, sevdanın sancısıyla Umut zehir zemberek, hicranımın yanında Zamanın nabzındayım, korkmuyorum yarından Dönsün dünyanın çarkı, usanmadan durmadan Ben yolcuyum sevgili, sen azıksın yanımda Yıldızların altında buğdaylar kadar sarı Sararan rüyamızı çalardı eşkiyalar Kalırdık çırılçıplak, utanırdı uykular Düşünürdük bu yolun bir de sonu olmalı.

ÇOCUK NEDİR?

                  Tuhaf bir soru oldu, öyle değil mi?       Sanki bilinmez bir şey miş gibi...          İşin aslı ben bu soruyu yazarken "bilinmez bir şey" değil de "yanlış bilinen bir şey" olduğu nu düşündüm. Bir çoğumuz bu sorunun cevabını bildiğini zanneder. Zannetmek diyorum, zira kişinin bildiğini sandığı şeyler dayanaksız olunca başka bir kelimeyle ifade edilemez.        Benim lügatimde çocuk," mucize"dir. Dünyanın hala dönmesine sebeptir, çünkü her doğan "mucize" bir umuttur. Umut, yaşamın kaynağıdır. Yaşam kaynağının yok olduğunu, ya da yanlış tüketildiğini bir varsayın... Ben, çocuk dediğimiz bu yaşam kaynağımızın yanlış tüketildiğini varsaymıyorum, çünkü eminim! Dünyadaki tüm sorunların temelinde yatan en birinci sebep bu yanlışlıktır. Bu yanlışlığa hala devam ediyor olmak, daha büyük bir yanlıştır. Böyle düşünmemin gerekçesi ise hepimizin bildiği ama sık sık unuttuğu bir keyfiyet. “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, an

Eric Johnson