Ana içeriğe atla

KAYGAN, ISLAK VE KAYPAK BİR DOSTLUĞUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ



<<< Ellerini aniden cebine attı adam, bir " yaşamak" çıkardı cüzdanından, bodur bozdur harca dedi arkadaşına. Döndü, gitti. Yaşadıklarını ve bu sona nasıl geldiklerini düşündü; "arkadaşlarım...arkadaşlarım..." diye sayıklarcasına tekrarladı durdu...

Geçtiği her sokak, gördüğü herşey; arkadaşları...arkadaşları...Bir duvar dibi aradı, sırtını dayayıp ağlamak için. Bıraktı göz yaşlarını sel oldu, aktı. Gitti her damlayla; arkadaşları... arkadaşları... 

"Her gidiş birbirine benzer" diyordu şair. 
Yanılıyordu, arkadaşlıktı giden!...beraber yürüdükleri yolu gerisin geri yalnız yürüyordu şimdi. Yazdı, soğuktu. Bahardı, kar yağıyordu. Kıştı, güneş yakıyordu. Tersine dönmüştü dünya, tersine dönmüştü hayat. Tersi dönmüştü adamın, ellerini suçladı yanlış elleri tuttu diye. Elleri saçlarını yoldu cevaben. 

Bir volkanın ağzındaymış gibi hissediyordu artık. Sabahladı o duvar dibinde.Ne ayakları yürümek istiyordu bir yerlere, ne gözleri görmek istiyordu birilerini. Kapadı gözlerini oturduğu yerde.>>>

Başı ve sonu olmayan bir öykü bu. Kaygan, ıslak ve kaypak bir dostluğa dair.Bir çok güzel kavram gibi dostluk, arkadaşlık kavramları da sözlüklere sıkışıp kalmış. "Can dostum", "Kardeş Gibiydiler"...Birer sinema filmi ismi. Ütopya gibi görünüyor buradan.

İnsanlık bu hale yeni gelmiş değil. Eskilerin yazdığı eskimez eserleri okurken farkettiğim önemli birşey; tarihin her safhasının tekerrürden ibaret olduğu. Bakıyorum, insanlık hep aynı sınavlardan, aynı merhalelerden geçmiş tekrar tekrar. Tekrar tekrar sınanmışız. Ve hala aynı sınıftayız. 

Bu hususta sınıf geçmek zor herhalde. Gerçi insanlık, bu son yüzyılda özellikle "insan olmanın temelleri" hususunda sınıfta kalmıştır. 

İncinmeden ve ya incitmeden günü bitirdiğimiz yok artık. Her sabah aslen aynı kapıya çıkan, şeklen farklı görünen bintürlü sorunlarla açıyoruz dünyaya gözümüzü. Haber diye her gün felaket senaryoları ve sahneleri seyrediyoruz, umudumuzu tüketen. Kolumuzu kanadımızı kıran, hayallerimizi baltalayan. Her kelime umutlarımıza yapılmış bir linç girişimi gibi adeta.

İnsanın kollarını açarak: "Fe eyne tezhebun?" (Nereye bu gidiş?) diyesi geliyor. Şiirin kalbine inmiş şairimiz Necip Fazıl ne güzel ifade etmiştir bu duyguyu:

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!

Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum!
Peki bu durumun mesulleri kim ve kimlerdir? Hiç kimse bakınıp durmasın etrafına ; kötülerin cüretkarlığını taşımıyorsa iyiler, en az kötüler kadar suçludurlar. Parmağınızla başkalarını işaret etmeden önce düşünün "ben ne yaptım, ya da yapmadım?" diye. Tutun kaldırın elinden insanlığın, önce içinizdekinden başlayarak. Her ateş bir kıvılcımla başlar önce. Kıvılcım küçüktür, aciz görünür ama o olmazsa ateş olmaz.Kim? diye sorulduğunda sağınıza solunuza bakmayı bırakın. "BEN" deyin, ve bilin ki siz olmazsanız olmaz...

"İnsanlığın Elinden Tutmak" bu yüzyılın projesi olsun. Sırtımızı duvarlara değil dostlarımıza dayayalım güvenle. Haber adı altında insanlığın kokuşmasını seyretmeyelim artık. Nokta kadar menfaatlerimiz için virgül gibi bükülmesin başımız, belimiz. Gelin insanlığın elinden tutmak için elele verelim. Ben buradayım ya siz?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aklımıza Kuş Kondu

Renklerin ahengini yitirmiş her kapıda Hüznümüz çiçek açar, sararırdı çehremiz. Bir bakışa ram olup, sürüklenen gövdemiz Mevsimler geçirirdi, bir an kadar zamanda. Heyulalarla süslü, kalbi kırık uykular Kuyu gibi yastıklar, rüyamızı emerdi Rabbin keremi bize; her rüya bir emeldi Örtünce üstümüzü yorgan gibi duygular Sonsuzluk çeşmesinden içmenin acısıyla Sinemizde gün batar, ay solar, dert üşürdü Bilmedik bu sevdayı bu gönle kim düşürdü Aklımıza kuş kondu, sevdanın sancısıyla Umut zehir zemberek, hicranımın yanında Zamanın nabzındayım, korkmuyorum yarından Dönsün dünyanın çarkı, usanmadan durmadan Ben yolcuyum sevgili, sen azıksın yanımda Yıldızların altında buğdaylar kadar sarı Sararan rüyamızı çalardı eşkiyalar Kalırdık çırılçıplak, utanırdı uykular Düşünürdük bu yolun bir de sonu olmalı.

ÇOCUK NEDİR?

                  Tuhaf bir soru oldu, öyle değil mi?       Sanki bilinmez bir şey miş gibi...          İşin aslı ben bu soruyu yazarken "bilinmez bir şey" değil de "yanlış bilinen bir şey" olduğu nu düşündüm. Bir çoğumuz bu sorunun cevabını bildiğini zanneder. Zannetmek diyorum, zira kişinin bildiğini sandığı şeyler dayanaksız olunca başka bir kelimeyle ifade edilemez.        Benim lügatimde çocuk," mucize"dir. Dünyanın hala dönmesine sebeptir, çünkü her doğan "mucize" bir umuttur. Umut, yaşamın kaynağıdır. Yaşam kaynağının yok olduğunu, ya da yanlış tüketildiğini bir varsayın... Ben, çocuk dediğimiz bu yaşam kaynağımızın yanlış tüketildiğini varsaymıyorum, çünkü eminim! Dünyadaki tüm sorunların temelinde yatan en birinci sebep bu yanlışlıktır. Bu yanlışlığa hala devam ediyor olmak, daha büyük bir yanlıştır. Böyle düşünmemin gerekçesi ise hepimizin bildiği ama sık sık unuttuğu bir keyfiyet. “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, an

Eric Johnson