Ana içeriğe atla

Kılavuzu Karga Olanın

Lafı uzatmaya,sözü süslemeye gerek yok: Ramazan geldi, hatta 10 günü geride bıraktık bile. Ramazan ayının coşkusunu gölgeleyen bir ton hadiseyle girdik Ramazan ayına. Herkes gibi benim de kafam karışık, gönlüm bulanık, kalbim hüzünlü. Hz. Adem yaratılıp ,şeytanın isyanı gerçekleştiğinden bu yana insanlık üç aşağı beş yukarı bu halde zaten. Değişen ne var diye bakıyorum, hiç bir şey.Bu "hiç bir şey"in içi öyle dolu ki...
Yaşamak için yaratıldık ve dünyaya gönderildik. Ömür malzemedir, yaşamak onu kullanma şeklimizdir. Ömrü nerede, nasıl, ne için ve kiminle harcadığınızdır "yaşamak". Ömrü bir mermer olarak düşünün ya da boş bir tuval, siz de bir sanatçısınız ve açık alanda çalışıyorsunuz: hertürlü etkiye açıkkken mermere verdiğiniz şekil, tuvale çizeceğiniz resimdir yaşamak.
Ömrü anlamlı yaşayıp yaşayamamak hususunda bir ton bahanemiz olabilir, dedik ya açık alanda çalışıyoruz diye. Açık alanda çalışmanın risklerini ortadan kaldırmanın yolu, gelmesi muhtemel zararlara karşı önlemler oluşturmaktan geçer. Bu önlemlerin bir kısmını kendi tecrübelerimizle, bir kısmını da içinde yaşadığımız toplumun tecrübelerinden faydalanarak akledebiliriz, uygulayabiliriz. Bu noktada da karşımıza çıkan gerçek; ömrümüzü şekillendirirken tecrübelerini kaale alacağımız topluluğun ömürlerini şekillendirmelri hususunda ne kadar muvaffak olduklarıyla ilgilidir. Bu topluluğun tecrübe olarak sunduğu her türlü sonuç, bize ne kadar yarar? Kendi tecrübelerimiz ne kadar sağlıklı, ya da bu tecrübeleri anlayıp analiz ederken kriterlerimiz ne olmalı?
Ömrü şekillendirmek dedik ya, meselenin mihenk taşı "ne için" sorusunun cevabıdır. Aslında biz müslümanlar için bu sorunun cevabı, bizi Yaratan tarafından verilmiştir. Sağımıza solumuza bakıp, bir şeyler aramak çok anlamsızdır. "İçin"  meselesini gerçekleştiriken yaptığımız diğer laf-ı güzaf işleri "için" mihenk taşına taşıyorsak, hayatımızın hatasını yapmışız demektir.
"Ben insanları ve cinleri yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım" ayet-i kerimesini duyan okuyan bir müminin hala ömrümü şu şekle mi soksam bu şekle mi soksam, acaba bana kim yardım eder, kime sorsam diye düşünmesi, şeytanın isyanından kalma izleri takip etmesi anlamını taşır. Halbuki elimzin altında bulunan (hatta atalarımızın elinin altında da o kitap vardı), bizim için özel olarak tasarlanmış "ömrü şekillendirme kılavuzu" diyebileceğimiz  çok değerli bir kitap var. İşte Ramazan ayı o kitabı sil baştan keşfetmenin ayıdır. Bu ayda yapacağımız en önemli ibadet, muhakkak ve muhakkak Kur'an-ı Kerimi iyi bir mealden okumak olmalıdır. Kur'an-ı anlamak, insanoğlunu kendisini anlamasıdır. Kendini anladığında ömrünü gerçek bir güzellikle yaşarsın. Eserine dönüp baktığında "keşke"lerinin ne kadar az olmasını istiyorsan, o kadar sarılmalısın elinin altındaki O Kitaba!
Arakan, Türkmenistan, Çeçenistan, Afganistan, Mısır, Suriye... ve daha birçok yer...ve Türkiye...Müslüman ve zulüm...Neden? Çünkü müslümanım derken zillet zincirlerini boynumuza takmış geziyoruz. Çünkü ömrümüzü yaşarken "ömrü şekillendirme kılavuzu"ndan başka kılavuzlar bulmuşuz, onlarla yürüyoruz. Bu yürüyüş bir yere gitmez, bu yürüyüşün sonu helaktır. Biz bu yürüyüşümüzü değiştirmezsek, ya bir "EL" bizi durdur ( ki şükredilecek bir durumdur), ya da o "EL" bizi bırakır!
Umarım bu Ramazan ayı, kılavuzumuzu yeniden tanıyıp, bir daha hiç bırakmamak üzere dört elle sarıdığımız bir ay olur. Dini belirli zaman, mekan ve hadiselere has kılmayı bırakıp, dünyamıza hakim kılma gayretini kazandığımız bir ay olur. Hayatımızın her anının ibadet olduğu şuurunu kazandığımız bir ay olur.
EY KALPLERİ DÖNDÜREN ALLAH'IM, KALBİMİZİ DİNİN ÜZERİNE SABİT KIL!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aklımıza Kuş Kondu

Renklerin ahengini yitirmiş her kapıda Hüznümüz çiçek açar, sararırdı çehremiz. Bir bakışa ram olup, sürüklenen gövdemiz Mevsimler geçirirdi, bir an kadar zamanda. Heyulalarla süslü, kalbi kırık uykular Kuyu gibi yastıklar, rüyamızı emerdi Rabbin keremi bize; her rüya bir emeldi Örtünce üstümüzü yorgan gibi duygular Sonsuzluk çeşmesinden içmenin acısıyla Sinemizde gün batar, ay solar, dert üşürdü Bilmedik bu sevdayı bu gönle kim düşürdü Aklımıza kuş kondu, sevdanın sancısıyla Umut zehir zemberek, hicranımın yanında Zamanın nabzındayım, korkmuyorum yarından Dönsün dünyanın çarkı, usanmadan durmadan Ben yolcuyum sevgili, sen azıksın yanımda Yıldızların altında buğdaylar kadar sarı Sararan rüyamızı çalardı eşkiyalar Kalırdık çırılçıplak, utanırdı uykular Düşünürdük bu yolun bir de sonu olmalı.

ÇOCUK NEDİR?

                  Tuhaf bir soru oldu, öyle değil mi?       Sanki bilinmez bir şey miş gibi...          İşin aslı ben bu soruyu yazarken "bilinmez bir şey" değil de "yanlış bilinen bir şey" olduğu nu düşündüm. Bir çoğumuz bu sorunun cevabını bildiğini zanneder. Zannetmek diyorum, zira kişinin bildiğini sandığı şeyler dayanaksız olunca başka bir kelimeyle ifade edilemez.        Benim lügatimde çocuk," mucize"dir. Dünyanın hala dönmesine sebeptir, çünkü her doğan "mucize" bir umuttur. Umut, yaşamın kaynağıdır. Yaşam kaynağının yok olduğunu, ya da yanlış tüketildiğini bir varsayın... Ben, çocuk dediğimiz bu yaşam kaynağımızın yanlış tüketildiğini varsaymıyorum, çünkü eminim! Dünyadaki tüm sorunların temelinde yatan en birinci sebep bu yanlışlıktır. Bu yanlışlığa hala devam ediyor olmak, daha büyük bir yanlıştır. Böyle düşünmemin gerekçesi ise hepimizin bildiği ama sık sık unuttuğu bir keyfiyet. “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, an

Eric Johnson