Ana içeriğe atla

KADIN KİMLİĞİNİN SERÜVENİ

 Dünya yaratılıp insanoğlu yaşam kavgasına atıldığı günden bu yana sorun kabul edilip, çözümler üretilen değişmez bir meseledir, kadın kimliği. Allah, erkeği ve kadını yaratmış ve birbirine çeşitli yönlerden muhtaç kılmıştır. Muhtaçlıkları birbirlerinde olmayan eksik özelliklerini tamamlayıcı olmak suretiyle, bir arada yaşamayı becererek hayat çarkının ritmik bir şekilde dönmesini, yaşamın bir ahenk içinde devam etmesini sağlamak üzerine kurulmuştur. Bir kız çocuğu olarak dünyaya gelen insan, erkek karşısında ötekileştirildiğinin farkına varana kadar doğallığını koruyarak yaşar. Zaten yaratılışından gelen özelliklerin bilince olup, ona göre bedeninin ve ruhunun ihtiyaçlarının ne olduğunu gayet net farkındadır. Kendini ve Yaratanı doğal bir şekilde tanıma yetisiyle ilgili bir eser olan, tanınmış İslam Filozoflarından Endülüs'lü İbn Tufeyl'in ünlü eseri Hayy bin Yakzan'da İbn Tufeyl eserindeki Hay tipiyle, herhangi bir etki ve bilgilendirme( eğitim, öğretim) olmadan da insanın, esasen algılama ve bilme İmkânlarıyla tabiatı ve kendini müşahede edebileceğini, tabii varlık alanındaki temel düzen ve işleyiş hakkında düşünebileceğini, akıllı bir canlı olarak yeryüzündeki mevcudiyetini anlamlandırabilecek yaratılışta olduğunu ispata çalışmıştır. Bu mesele çok dikkat edilmesi gereken bir meseledir. İnsan özünde yaratıldığı andan itibaren, her ne kadar fiziksel olarak aciz bir varlık gibi görünse de, yaşamak için gerekli tüm donanımlara sahip olarak dünyaya gelir. Bizler esasında kimlik bilincimizle doğarız. Birilerinin bize: "sen şusun, sen busun" demelerine ihtiyacımız yoktur. Birilerinin birilerini boyunduruğu altına alma ihtiyacı vardır ki, bu ihtiyaç, yönlendirme ve yönetme isteğini uyandırmıştır. Toplum tarafından kendilerine verilen değer ve gereksinimlerle yaşamaya mahkum edilen kadın ve erkek, böylece kendi bedenlerinden uzaklaşarak, günlük yaşantılarını buna uygun bir rolle sürdürmüşlerdir. Bu rol özellikle kadını bağımlı hale getirmiş, bedeninden ve kimliğinden uzaklaşan kadın, bedenini dönüştürme gayreti içine girmiştir. Bu durum öz benliğini inkar ederek, ideal öze dönüştürmeye çalışan bir insanın nevrotik davranışına benzetilmesi hiç te yanıltıcı olmaz. Kadın özünde var olanı inkar ederek, kendisi için öngörülen kimliğe bürünmek uğruna yaptığı mücadeleler neticesinde, psikolojik ve fiziksel soruları çok fazla olan bir varlık durumuna gelmiştir. Yeryüzünde kurulmuş olan hemen tüm uygarlıklarda kadının bir mesele olarak ele alınmasının altında yatan birincil neden, yaratılıştan gelen farklılıklarının yanlış tercüme edilmesidir. Dikkat edilirse yeryüzünde bulunan tüm canlıların kendi içlerinde cinslere ayrıldığı görülür. Bu birinin diğerinden üstün olması anlamına gelmez. Bu her bir canlının "eksik" olduğu anlamına gelir. Ve bu "eksiklik" canlılar arasında birbirine ihtiyacı doğurur ki, bu da yaşamın her yönüyle bir düzen ve ahenk içinde işlemesinin gereğidir. Herhangi bir birey, kendi varlığının bilincine diğer insanlarla kurduğu ilişkiler bağlamında varır. Kadın kimliği özel alanla sınırlandırılmak suretiyle, bu bilinçten mahrum edilmek istenmiştir. Kadın, kamusal alana çıkabilmek için toplumsal, ekonomik ve kültürel açıdan birçok mücadeleler vermek zorunda bırakılmıştır. Geleneksel toplumun ataerkil yapısı, kadını özel alanla sınırlandırırken, çağdaş toplum yapısında da kadın, "özgür kadın" kimliği altında farklı bir yönlendirmeyle farklı bir kimliğe büründürülmek istenmiştir. Kadına giydirilmek istenen bu birbirinden farklı görünen ama özde kadını "öteki"leştirmeye dayalı bu kimlikler, kadında hem bir iç çatışma yaratmıştır, hem de kimlik bunalımı yaratarak mutsuz kılmıştır. Kadın: "Kadın, erkek olmayandır" gibi bir tarifle ifade edilerek, sanki insan ırkından değilmiş gibi bir izlenim oluşturulmuştur. Erkek, gerçek insan ırkı, kadın ise, erkeğin hizmetleri için yaratılmış, yan bir ırk. Bu gaflet toplumları etkisi altında tuttuğu sürece, gerek kamusal alanda gerek özel alanda kadın ve erkeğin çatışması bitmeyecektir. Kadına şiddet toplumların ve kadının kaderi olmaya devam edecektir. Çağdaşlık ve modernizmin kadına çizdiği profilde, ataerkil yapının yıkılmış görülmesine rağmen varılan sonuç, yine de istenen sonuç olmaktan oldukça uzaktır. Toplum yapısı ve daha iyiye ulaşma konusunda kafa yoran bütün "izm"ler temelde sorunu kavramışlar, fakat çözüm konusunda çözümün ne olacağını anlayamamışlar, çözememişlerdir. Sorun doğrudur: Kadının kimliği nedir? Peki çözüm nedir? Çözüm: Kadını yaratan çözümü gayet net vermiştir. Kadın da erkek te insandır. Bütün emir ve yasaklar her ikisi içinde aynıdır. Bütün ödül ve cezalar her ikisi içinde aynıdır. Kadın ya da erkek yaratılışının gayesini ve sınırlarını bilerek yaşamalıdır. Bu sınırlar ve gayelerin din adına bazı kişilerce istismar edilmiş olması sizi yanıltmasın. Ortada Kuran-ı Kerim gibi bir kılavuz varken fazla söze hacet yoktur. Bir başka gün bu hususta ta yazarız inşallah... Kadınların kadın, erkeklerin erkek gibi yaşadığı bir toplumda buluşmak umuduyla... Kaynak : http://www.haberhilal.com/yazar-KADIN-KIMLIGININ-SERUVENI-4664/#ixzz2IVe0fvkJ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aklımıza Kuş Kondu

Renklerin ahengini yitirmiş her kapıda Hüznümüz çiçek açar, sararırdı çehremiz. Bir bakışa ram olup, sürüklenen gövdemiz Mevsimler geçirirdi, bir an kadar zamanda. Heyulalarla süslü, kalbi kırık uykular Kuyu gibi yastıklar, rüyamızı emerdi Rabbin keremi bize; her rüya bir emeldi Örtünce üstümüzü yorgan gibi duygular Sonsuzluk çeşmesinden içmenin acısıyla Sinemizde gün batar, ay solar, dert üşürdü Bilmedik bu sevdayı bu gönle kim düşürdü Aklımıza kuş kondu, sevdanın sancısıyla Umut zehir zemberek, hicranımın yanında Zamanın nabzındayım, korkmuyorum yarından Dönsün dünyanın çarkı, usanmadan durmadan Ben yolcuyum sevgili, sen azıksın yanımda Yıldızların altında buğdaylar kadar sarı Sararan rüyamızı çalardı eşkiyalar Kalırdık çırılçıplak, utanırdı uykular Düşünürdük bu yolun bir de sonu olmalı.

ÇOCUK NEDİR?

                  Tuhaf bir soru oldu, öyle değil mi?       Sanki bilinmez bir şey miş gibi...          İşin aslı ben bu soruyu yazarken "bilinmez bir şey" değil de "yanlış bilinen bir şey" olduğu nu düşündüm. Bir çoğumuz bu sorunun cevabını bildiğini zanneder. Zannetmek diyorum, zira kişinin bildiğini sandığı şeyler dayanaksız olunca başka bir kelimeyle ifade edilemez.        Benim lügatimde çocuk," mucize"dir. Dünyanın hala dönmesine sebeptir, çünkü her doğan "mucize" bir umuttur. Umut, yaşamın kaynağıdır. Yaşam kaynağının yok olduğunu, ya da yanlış tüketildiğini bir varsayın... Ben, çocuk dediğimiz bu yaşam kaynağımızın yanlış tüketildiğini varsaymıyorum, çünkü eminim! Dünyadaki tüm sorunların temelinde yatan en birinci sebep bu yanlışlıktır. Bu yanlışlığa hala devam ediyor olmak, daha büyük bir yanlıştır. Böyle düşünmemin gerekçesi ise hepimizin bildiği ama sık sık unuttuğu bir keyfiyet. “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, an

Eric Johnson