Ana içeriğe atla

Konuşmak mı, söylenmek mi?

Bu insanlık her zaman mı böyleydi, merak ediyorum. Herkes söyleniyor. Adam gibi konuşan derdini anlatmaya çalışan, sevincini dile getiren yok. Adamakıllı konuşamıyorsunuz kimseyle. Vizelerim sebebiyle şehirlerarsı yolculuk yapar gibi, Kartal'dan Beyazıt'a mekik dokuyorum onbeş gündür. Metrodur, otobüstür, vapurdur, tramvaydır, minübüstür binmediğim vasıta kalmadı. Eee sınavlara zamanında yetişmek lazım. Bir yandan ders tekrarı yapmaya çalışırken, öte yandan ister istemez, milletin dır dırlarını dinledim durdum. "Dır dır" diyorum çünkü öyleler. Şimdi çıkıp diyebilirsiniz; "Ya hu insan her zaman da gerekli şeyler konuşmaz ki" Haklısınız, ama bu konuşmalar da dır dırlanarak yapılmak zorunda mı? Yanında biri olan yanındakiyle, olmayan da (teknoloji sağolsun) telefonuyla, bu hususta adeta bir rekor kırma gayretindeler. Öyle ya da böyle, söylenmeden yaşamayı öğrenmeliyiz. Söylenmek, sonu olmayan bir kuyuya taş atmak gibidir. Kulağı tırmalayan kapı gıcırtısıdır. Bozuk musluktan damlayan su sesidir. Dinmek bilmeyen diş ağrısıdır. Söylenmek, kazanabileceğiniz en kötü huylardan biridir. Etrafınızda kimse kalmasın istiyorsanız, başvuracağınız bir yöntemdir. Duymak nimetini, külfete dönüştürmenin yollarından birincisidir. Konuşmak, insanoğluna verilmiş bir nimettir. Birbirimize ulaşmanın en güzel şeklidir. Gönlümüzden geçenleri dışa yansıtmanın en iyi yollarından biridir.Düşüncelerimizi ifade etmek için en etkili yöntemdir . Böyle bir nimet hiçbir yaratılmışa verilmiş değil, aynen akıl gibi. İnsanların söylenme sebeplerinin en başında "kadere iman " meselesinin geldiğini düşünüyorum. Çoğumuz "bu bizim başımıza nasıl gelir?" sorusunun uyandırdığı duyguların etkisiyle söyleniriz. Nasıl söylenmeyelim ki, biz şuyuz, biz buyuz..."Kul" olmanın dışında farklı ölçülere sahip olduğumuz için, söylenir dururuz. bunun da temelinin çocukken atıldığı iddiasındayım. Söylenmeden, zırıltı çıkarmadan ihtiyaçları giderilmeyen bir çocuk, büyüdüğünde de, aynı şekilde ihtiyaçlarını giderme, derdini anlatma gayretine girer. Niye? Başka türlü kendisini duyan yoktur çünkü. Babanın, kazanılacak paraları, annenin görülecek işleri daima önceliklidir. Çocuk bekler... Yetişkinler sanır ki çocuk, bu şekilde sabrı öğrenir. Fakat mekanizmanın öyle işlemediğini, huysuzlaşan ve bunu huy haline getirmek zorunda kalan çocuğunu görünce anlar. Ama iş işten geçmiştir. İkinci bir sebebinde sürekli susturulmaya çalışılmış bir ulus olduğumuzdan kaynaklandığını düşünüyorum. Sus, büyüklere ayıp. Sus, fena olur. Sus, devlet duymasın. Sus, başına iş alma. Sus, geçer gider...Bu liste de böyle uzar gider. Üçüncü sebebe gelince, bunun da kelime hazinemizin gitgide azalması gibi bir gerçek olduğu karşımıza çıkar. Az okuyan bir millet olmamız yanında, okuduğumuz o "az" olan kısmında, diz üstü edebiyatı ya da gazetelerin magazin içerikleri olduğunu hesaba katarsak, derdimizi söylenerek ifade etmemiz kaçınılmaz olur. Çocuklar konuşamadıkları dönemde kendilerini ağlayarak, huysuzlanak ifade ederler ya, biz de aynen öyle davranırız. Ve hatta öyle anlar yaşarız ki, bir komedi filmine konu olmamak işten bile değildir. "Iıııı" lar, "eeee"ler, "şey"ler le dolu cümleler kurarız. Cebimizdeki üç beş kelimeyi bozdurur bozdurur harcarız... Sizleri temin ederim ki, durumumuz hiç te hafife alınacak gibi değil. Dil bir toplumun kültürünü gelece nesillerine aktarabilmesinin en etkili yoludur. Bu yol şu anda ağır hasarlıdır. Bu yolu onaracak mimarlara , mühendislere ihtiyacımız var. Görsel yayınların fazlalaşmasının okuma alışkanlığını yanlış yönde etkilediğini biliyoruz, ama hazin olan bir husus ta şu ki, bu nesil görsel okumayı da bilmiyor. Okumayan, anlamayan, görmeyen bir toplum olduk, ne yazık ki...Nasıl bu hale geldiğini ve çözüm önerilerinin konuşulduğu toplantılar yapılmalı ve bu meseleyi ciddiyetle ele alacak kurumlar hayata geçirilmelidir. Ya da gelecek nesillere kültürümüz yerine söylenmelerimiz miras kalacak. Kaynak : http://www.haberhilal.com/yazar-Konusmak-mi-soylenmek-mi-4899/#ixzz2RPOXwjXd

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aklımıza Kuş Kondu

Renklerin ahengini yitirmiş her kapıda Hüznümüz çiçek açar, sararırdı çehremiz. Bir bakışa ram olup, sürüklenen gövdemiz Mevsimler geçirirdi, bir an kadar zamanda. Heyulalarla süslü, kalbi kırık uykular Kuyu gibi yastıklar, rüyamızı emerdi Rabbin keremi bize; her rüya bir emeldi Örtünce üstümüzü yorgan gibi duygular Sonsuzluk çeşmesinden içmenin acısıyla Sinemizde gün batar, ay solar, dert üşürdü Bilmedik bu sevdayı bu gönle kim düşürdü Aklımıza kuş kondu, sevdanın sancısıyla Umut zehir zemberek, hicranımın yanında Zamanın nabzındayım, korkmuyorum yarından Dönsün dünyanın çarkı, usanmadan durmadan Ben yolcuyum sevgili, sen azıksın yanımda Yıldızların altında buğdaylar kadar sarı Sararan rüyamızı çalardı eşkiyalar Kalırdık çırılçıplak, utanırdı uykular Düşünürdük bu yolun bir de sonu olmalı.

ÇOCUK NEDİR?

                  Tuhaf bir soru oldu, öyle değil mi?       Sanki bilinmez bir şey miş gibi...          İşin aslı ben bu soruyu yazarken "bilinmez bir şey" değil de "yanlış bilinen bir şey" olduğu nu düşündüm. Bir çoğumuz bu sorunun cevabını bildiğini zanneder. Zannetmek diyorum, zira kişinin bildiğini sandığı şeyler dayanaksız olunca başka bir kelimeyle ifade edilemez.        Benim lügatimde çocuk," mucize"dir. Dünyanın hala dönmesine sebeptir, çünkü her doğan "mucize" bir umuttur. Umut, yaşamın kaynağıdır. Yaşam kaynağının yok olduğunu, ya da yanlış tüketildiğini bir varsayın... Ben, çocuk dediğimiz bu yaşam kaynağımızın yanlış tüketildiğini varsaymıyorum, çünkü eminim! Dünyadaki tüm sorunların temelinde yatan en birinci sebep bu yanlışlıktır. Bu yanlışlığa hala devam ediyor olmak, daha büyük bir yanlıştır. Böyle düşünmemin gerekçesi ise hepimizin bildiği ama sık sık unuttuğu bir keyfiyet. “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, an

Eric Johnson