Ana içeriğe atla

Yaşamak İçin Kaç Nedeniniz Var?

     Yürüyorum...Sabah saatleri...Ama burası İstanbul...İstanbul uyumuyor hiç.Yine kalabalık, yine telaş. Ben yürüyorum, ama herkes koşuyor. Belli ki aceleleri var. Belli ki yetişecekleri yerler var. Benim yok mu? Var tabii. Ama ben inadına yürüyorum. Adımlarımı sayıyorum hatta. Bir çocuk gülüşü duyuyorum, dinliyorum. Bir güzel rayiha sarıyor her yeri, koklamak ve solumak için duruyorum.
Her yer asfalt. Her yer kaldırım...Trafik yoğun. Kaldırma çıkıyorum sekerek. Kaldırımlar özenli, eh yer yer savsaklılar göze çarpsa da, genel olarak özenli. Bir yüz metre kadar sonra, çözülen ayakkabı bağımı tekrar yapmak için duruyorum ve eğiliyorum. Toprağın gökyüzüyle temasının olmadığı bir yerde gördüğüm bu güzellik, beni şaşkına çeviriyor. Yanlış anlamayın güzellik çiçeğin kendisiyle ilgili değil, zerre kadar toprağı göremediğimiz şu yerde, her şeye başkaldırırcasına, inadına hayata tutunmasıyla ilgili.
Bu bir başkaldırış mı, hayata tutunma çabası mı, ben de varım demenin bir yolu mu, azmin ve umudun tezahürü mü? Ne derseniz deyin, bu, hepsinden önce bir gerçek. Hayallerimizin bile ipotek altına alındığı şu zamanda görebileceğiniz, en gerçek bir gerçek. Bir çoğumuzun gerçeklik algısından daha da gerçek.
O çiçek, bir misal, bir örnek aslında: Hayatta başına ne gelirse gelsin, hangi zor şartlarla karşılaşırsan karşılaş, sonuç, senin ne yaptığınla ilgilidir! Kımıldamalısın, hareket etmelisin. Bir Kızılderili atasözü vardır: Yerinde sayanlar, yürüyenlerden daha fazla ses çıkarır diye. Çevrenizde sesi çok çıkanlara bakın bir kere. Gerçekten de öyledir. Sesi en çok çıkanlar; bulunduğu yer, zaman ve durumdan şikayetçi olup, değiştirmek için çabalamaktansa, sadece söylenen ve içinde bulunduğu durumdan daima başkalarını sorumlu tutan insanlardır.
Yaşamak için sebebi olanlar ise, her zaman bir yolunu bulurlar. Asla açılamaz kapı, aşılamaz duvar, yenilemez düşman yoktur onlar için. Hatta engeller, ateşler bu yürekleri. Gayretlerinin beslendiği pınardır. Ve hatta ihtiyaçdır.
İnsan olarak yaratılmanın verdiği ayrıcalığı bilmek ve ona göre yaşamak, bize verilen bu özellik için yapabileceğimiz en anlamlı şükür şeklidir. Ayrıcalığımızı kullanmayı öğrenmediğimiz sürece, yaratılmışların en sefili olmamız işten bile değildir. Kolayca pes etmek belki bizi bir çok zahmetten kurtarır. Ama asla mutlu etmez. "Mutlu olmak" kavramı ise, yaşamanın en nihai hedefidir. Sakın "mutlu olmak" kavramını "zevk almak" kavramıyla karıştırmayın. Zevk almak, bir çok durumda suflidir, bayağıdır. Zevk aldığın durumun nihayetinde hissettiğin bir iç huzur yoksa, bu yanlıştır.
Hazzı inkar edecek değilim. Haz almadan bir şeyler yapmanın ne kadar yorucu ve sıkıntı verici olduğunu da biliyorum. Ama burada nihai noktaya koyduğunuz hedeftir mühim olan. Sizin nihayetinizde ne var? Mutlu olmak mı, haz almak mı? Mesele budur.
Hayatta ne istediğini bilen biri, bu durum değerlendirmesini gayet kolay yapacaktır. Ve bu değerlendirmenin sonucunda da belirlediği rotayı takip edecektir. Karşısına çıkan hiçbir engel de bu rotayı saptıramayacaktır. Yaşamak, ne basit bir olaydır, ne de basit bir eylemdir. Zor da değildir; sadece meşakkatleri olan bir yolculuktur. Nereye gittiğini bilen biri için yolun sonunda ki nihai nokta, başlangıcın ateşlenmesini temin eden noktadır. Velhasılı, sonunuz yoksa, başlangıcınız hiç olmaz. Eğer sonunuz yoksa, sadece rüzgar önünde ki bir yaprak gibi savrulmaktan başka bir şey değildir yaşamak sizin için. Savrulamak mı tercihiniz, siz bilirsiniz.
Ya da, yaşamak için sizin kaç nedeniniz var?

Ben sustum, buyrun sizi dinliyorum, umarım uzun değilse bile, esaslı olur nedenleriniz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aklımıza Kuş Kondu

Renklerin ahengini yitirmiş her kapıda Hüznümüz çiçek açar, sararırdı çehremiz. Bir bakışa ram olup, sürüklenen gövdemiz Mevsimler geçirirdi, bir an kadar zamanda. Heyulalarla süslü, kalbi kırık uykular Kuyu gibi yastıklar, rüyamızı emerdi Rabbin keremi bize; her rüya bir emeldi Örtünce üstümüzü yorgan gibi duygular Sonsuzluk çeşmesinden içmenin acısıyla Sinemizde gün batar, ay solar, dert üşürdü Bilmedik bu sevdayı bu gönle kim düşürdü Aklımıza kuş kondu, sevdanın sancısıyla Umut zehir zemberek, hicranımın yanında Zamanın nabzındayım, korkmuyorum yarından Dönsün dünyanın çarkı, usanmadan durmadan Ben yolcuyum sevgili, sen azıksın yanımda Yıldızların altında buğdaylar kadar sarı Sararan rüyamızı çalardı eşkiyalar Kalırdık çırılçıplak, utanırdı uykular Düşünürdük bu yolun bir de sonu olmalı.

ÇOCUK NEDİR?

                  Tuhaf bir soru oldu, öyle değil mi?       Sanki bilinmez bir şey miş gibi...          İşin aslı ben bu soruyu yazarken "bilinmez bir şey" değil de "yanlış bilinen bir şey" olduğu nu düşündüm. Bir çoğumuz bu sorunun cevabını bildiğini zanneder. Zannetmek diyorum, zira kişinin bildiğini sandığı şeyler dayanaksız olunca başka bir kelimeyle ifade edilemez.        Benim lügatimde çocuk," mucize"dir. Dünyanın hala dönmesine sebeptir, çünkü her doğan "mucize" bir umuttur. Umut, yaşamın kaynağıdır. Yaşam kaynağının yok olduğunu, ya da yanlış tüketildiğini bir varsayın... Ben, çocuk dediğimiz bu yaşam kaynağımızın yanlış tüketildiğini varsaymıyorum, çünkü eminim! Dünyadaki tüm sorunların temelinde yatan en birinci sebep bu yanlışlıktır. Bu yanlışlığa hala devam ediyor olmak, daha büyük bir yanlıştır. Böyle düşünmemin gerekçesi ise hepimizin bildiği ama sık sık unuttuğu bir keyfiyet. “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, an

Eric Johnson